Cumartesi, Eylül 24, 2011

“Yeni”

   “Yeni” başlangıçlar her zaman iyidir. “Yeni” umuttur, tazedir, heyecandır. En kolay ve en zordur “yeni”. “Yeni” paradokstur.“Yeni” güzeldir. Yenileyin! Yenilenin!

Technorati Etiketleri:

Cumartesi, Eylül 17, 2011

Emerson der ki;

"Başarı, çok ve sık gülmek; çocukların sevgisini ve akıllı insanların saygısını kazanmak; içtenlikli eleştirilerin kıymetini anlamak ve kötü arkadaşların yoldan çıkarma girişimlerine dayanabilmek; güzeli anlamak; başkalarında en iyiyi bulmak; sağlıklı bir çocukla, güzel bir bahçe ya da saygın bir sosyal durumla biraz daha iyi bir dünya bırakabilmek; hatta bir tek kişi bile olsa, birilerinin siz yaşadığınız için daha rahat nefes aldığını bilmektir."


En iyisini daha yaşamadık…


En güzel deniz, henüz gidilmemiş olandır.
En güzel çocuk, henüz büyümedi.
En güzel günlerimiz, henüz yaşamadıklarımız.
Ve sana söylemek istediğim en güzel söz,
Henüz söylememiş olduğum sözdür.
Nazım Hikmet

Salı, Ağustos 16, 2011

yine..

Çok acı aslında ama, her şey ne kadar farklı ve ne kadar da aynı.

Öyle işte…

Pulp


   İçerdekiler gazetelerini okumaya devam ettiler. Asansör aşağı indi.
   Ben de merdivenlerden inmeye başladım. 15 kilo fazlam vardı. Ama bu kilolardan kurtulmak gibi bir niyetim yoktu.
   Zemin kata geldiğimde tam 176 basamak saymıştım. Dışarı çıkıp, kapının hemen yanındaki dükkandan bir paket puro ve günlük at yarışı rehberini satın aldım. Bu arada asansörün zemin kata indiğini duydum.
   Los Angeles’ın dumanlı havası içinde yürümeye başladım. Gözlerim maviydi, ayakkabılarım eskimişti ve hiç kimse beni sevmiyordu.Ama yapmam gereken işler vardı.
   Ben Nicky Belane’dim, özel dedektif.

   Telefonu kapattım. Hayat ne kadar boktandı. Ayakta durabilmek için bile korkunç bir mücadele vermem gerekiyordu. İnsanlar mücadele etmek ve ölmek için doğuyorlardı.

   Turf Club’ın önünden geçerken içeriye şöyle bir baktım. Yalnızca birkaç tane zengin kılıklı moruk vardı içerde. O kadar parayı nasıl kazanmışlardı acaba? Hem de benim gibiler bu kadar parasızken! Neydi bütün bunların anlamı? Yaşamımız boyunca beş kuruşsuz sürünüp, birgün yine beş kuruşsuz geberip gidiyorduk. Hayat, insanı yıpratan bir oyundu. Sabah uyanıp ayağa kalkabilmek bile bir tür başarı sayılmalıydı bu hayat koşullarında.

   Banyonun penceresinden başımı uzatıp çevreye şöyle bir bakındım. Yandaki binanın çatısında kocaman bir kedi boku vardı. Dışarı bakmaktan vazgeçip diş fırçamı aldım. Diş macununu öyle bir sıktım ki, başparmağım kadar bir parça fırçanın üzerinden taşıp lavaboya düştü. Rengi yeşildi. Yeşil bir kurt gibi görünüyordu gözüme. Yeşil kurdu parmağımla tekrar fırçanın üzerine yerleştirip dişlerimi fırçalamaya başladım. Ne allahın belası şeydi şu dişler. Yemek yemek zorundaydık. Hiç durmadan yeniden yemek. Böylesine basit ve pis bir işe mahkum edilmiş iğrenç yaratıklardık hepimiz. Hayatımız yemek yemek, osurmak, kaşınmak, gülümsemek ve zaman zaman da tatil yapmaktan ibaretti.
   Dişlerimi fırçalamayı bitirip yatağa geri döndüm. Öğleye kadar yataktan çıkmamaya karar verdim. Belki o zamana kadar dünyanın yarısı yok olup giderdi ve hayata tahammül etmek yarı yarıya kolaylaşırdı. Belki öğleyin kalkınca kendimi daha iyi, daha yakışıklı hissederdim… bir keresinde günlerce büyük tuvaletini hiç yapmayan birisiyle tanışmıştım. Boklar adamın göbeğinden çıkıp ortalığa saçılmıştı.
   Birden telefon çalmaya başladı. Sabahları hiçbir telefona cevap vermem. Beş kere çaldıktan sonra sustu zaten. İşte kendimle başbaşaydım tekrar. Kendimi her ne kadar iğrenç hissetsem de, böyle bir durumda yalnız olmak, başkalarıyla birlikte olup onların seviyesiz davranışlarına ve ucuz üçkağıtlarına tahammül etmekten kat kat daha iyidir. Battaniyeyi kulağıma kadar çekip, kendimle başbaşa beklemeye başladım.

   Odadaki herkes bekleşip duruyorduk. Bu psikolog olacak adam, beklemenin insanların kafayı yeme sebeplerinden biri olduğunu bilmiyor muydu? Aslına bakarsan bütün insanların hayatı beklemekle geçiyordu. İstedikleri bir şeyin gerçekleşmesini ya da birgün geberip gitmeyi bekleyip duruyorlardı. Marketten tuvalet kağıdı satın almak için kuyrukta bekliyorlardı. Bankadan para çekmek için kuyrukta bekliyorlardı. Ve eğer paraları yoksa, daha uzun kuyruklarda beklemeleri gerekiyordu. Önce uykunun gelmesi için, sonra da uyanmak için bekliyordun. Önce evlenmek için, sonra da boşanabilmek için bekliyordun. Yemek yemek için bekliyordun, sonra tekrar yemek için yeniden bekliyordun. Bazen de bir sürü delinin arasında “ Acaba ben de mi onlardan biriyim?” diye merak ederek bir psikoloğun muayenehanesinde bekliyordun.

… Cevaplamam gereken o kadar çok soru vardı ki. Her sabah yataktan kalkınca bilinmezlerle dolu bütün evrenin ağırlığını üzerimde hissediyordum. Belki bir striptiz barına gidip kadınların küloduna para sıkıştırarak herşeyi unutmaya çalışmalıydım. Belki de bir boks maçına gidip birbirini ölesiye döven iki gerizekalıyı seyrederek rahatlamaya çalışmalıydım.
   Fakat sıkıntı ve acı insanı hayatta tutan şeylerdi aslında. Daha doğrusu, sıkıntı ve acıdan uzak durma çabamız bizi hayatta tutuyordu. 24 saat çabalamayı gerektiren çok zor bir işti bu. Hatta uyurken bile sizi rahat bırakmayan bir uğraş.

   Çekmecemdeki votkadan kocaman bir yudum aldım. Kulaklarım dikildi ve kendimi daha iyi hissetmeye başladım. Beynimin daha hızlı çalışmaya başladığını hissediyorum. Henüz ölmemiştim, yalnızca hızlı bir çürüme içindeydim. Kim değildi ki allah aşkına? Hepimiz aynı dibi delik teknede kendimizi eğlendirmeye çalışıyorduk.

   Artık hiç kimse hoşça kal demiyordu. Hiç kimse! Bakışlarımı votkaya diktim. Bir yudum daha götürdüm.

   Problemlerini çözebilenler, yeteri kararlılığı gösterebilen ve biraz da şanslı olanların arasından çıkıyordu genellikle. Yeterince sabır ve kararlılık gösterebilirseniz, şans eninde sonunda yüzünüze gülüyordu. Fakat insanların çoğu, yeterince bekleyecek sabrı gösteremediklerinden, hemen vazgeçerek kendilerini mutsuzluğa mahkum ediyorlardı.

   Ama işe yaramadı. Dünyadaki herkes boku yemiş durumdaydı aslında. Yaptığı işten karlı çıkan hiç kimse yoktu. Yalnızca kazanç yanılsamaları vardı insanların elinde. Hiçbir şey elde edemeyeceğimizi bile bile bir yerlere koşturup duruyorduk. Günden güne hayatta kalmayı başarmak biricik amaç haline geliyordu.

   Neden düzenli olarak maça giden sıradan bir insan olamadım ben? Neden güzel sahanda yumurta yapmaktan başka derdi olmayan bir adam olamadım? Neden insanların kolunda miskin miskin gezinen bir sinek olmadım? Veya neden kümesin önündeki toprağı eşeleyen bir horoz olamadım? Neden bütün bunlar?

   Kuşkusuz sokakta yaşayanların arasında da çok iyi insanlar vardı. Ve onlar zavallı falan değillerdi, yalnızca sistemin dişlileri arasındaki yerlerini almamışlardı. Ortada çok iyi kurulmuş bir tuzak vardı aslında. Belirli bir yaşam standardını tutturmanın bedeli, sistemin önüne çizdiği sınırların arasında sıkışıp kalmaktan geçiyordu. Sınırları reddederek özgür yaşayan, ama yine de başını sokacak bir ev bulabilenlerin sisteme karşı önemli bir zafer kazandıklarını rahatlıkla söyleyebilirdim. Kendimi şanslı sayabilirdim, ama kuşkusuz düşünmeden hiçbir adım atmamamın rolüde vardı bunda. Herşeye rağmen dünya boktan bir yerdi, ve insanların çoğunun içinde bulunduğu durum bana hüzün veriyordu.

   Genellikle yaşamın en güzel bölümleri hemen hiçbir şey yapmadığınız anlardır. Vaktinizi tümüyle ense yaparak geçirirsiniz. Herşeyin anlamsız olduğunu farkettiğiniz zaman, bunun ayırımına varmış olmanız yaşamınızı anlamsız olmaktan kurtarır aslında. Ne demek istediğimi anlıyor musunuz? Benimkisi iyimser bir kötümserlik.

Charles Bukowski 

Salı, Ağustos 09, 2011

Hayat

  

   Hayat bir satranç oyunu gibidir. Nasıl ki tahtada birbirini kollayan taşların çokluğu gücünüzü artırıyorsa, yaşamınızda da dostlarınızı ne kadar kollarsanız o kadar sağlam ve güçlü olursunuz.

Cuma, Ağustos 05, 2011

Uzak

   Gayet aklıbaşında görünüyor, insanlarla konuşuyordu; herşeyi ötekilerin yaptığı gibi yapıyordu, ama içinde iğrenç bir boşluk vardı, artık hiçbir kaygı duymuyordu, hiçbir arzu; varoluşu zorunlu bir yüktü ona. - - öylesine yaşayıp gitti. (lenz – georg Büchner)
...
   Özlem, kendini özlemendir temelde, tabii ki : kendinin kendinde yinelenmesini istemen – ancak kendin sayabileceğin ötekinin, gelip, kendin olması…
   Özlem, kendinin mteki olmasını istemendir – bir o kadar da, ötekinin kendin olmasını istemen…
   Özlem, ötekini kendine istemektir – kendini de ötekine…
Edip Cansever’in dediği gibi : Özlem ki tutkunluktur bir başkasının özlemine.
   Özlemek, özlenmek istemektir.

   Özlem için temel ölçülerden biri, özleyen ile özlenen arasındaki uzaklıktır : tabii ki, bu uzaklık fiziksel olarak ne kadar büyükse, özlem de o kadar büyük olur; ama, gene de, garip bir ilişki, özlenen özleyene uzamsal olarak çok yakın, ama, o anda, fiili olarak (zamanda) ulaşılamaz olduğunda oluşur – özlem, sanki, genleşir, çeperlerini patlatayazar…
   Özlemin yakınlığıdır, asıl, çekilmez olan – uzakken neyse ne de; yakınken, çekilmez…

   Özlem, boş avuntuyu reddeden bilinçtir : ayrılışın acısını, ılımlandırmaya çalışmadan, olduğu gibi yüklenen bilinç – ne kendini aldatmaya ne başka birşeyle acısını hafifletmeye; ‘teselli’ye yönelir : olduğu gibi kabullenir acıyı – özlenen gitmiştir; şu anda, yoktur; yarın da ne olacağı belirsizdir – pekala, öyle olsun!...

   Bir mum yaktığında, bir süreç başlatırsın – ama yürüyüşü senin elinde olmayan bir süreçtir bu; artık, kendi oluşma biçimini izleyecek, senin elinde olmadan da, zaman içinde, varması gereken noktaya varacaktır.
   Mum önce , bir noktaya kadar, kendi doluluğu içinde, güçlü güçlü yanar; ama yanışında belirli dengesizlikler oluşunca (ki kaçınılmazca oluşur bunlar), çeperini delip, eriyik maddesini dışarı akıtıp, fitilini yakıp küçülterek, söneyazar – önlem düşünürsün : alır, kenarlarını düzeltir, bir madeni kutunun kabını ters çevirip, içine koyarsın – ama, boşunadır bu da : çünkü kendi süreci içinde oluşturduğu dengesizlikler sürmektedir – çeperleri tam düz değildir; içine koyduğun kabın belli bir eğimi vardır – gene, akar dışarı, eriyik madde : kabın içinde yayılır; kap ısınır; dibine varmış fitil, artık, her türlü biçimi yitirmiş maddenin son kalıntıları içinde, ucu ucuna, yanıyordur – sönmesi yakın ve kaçınılmazdır.
   Şimdi yapabileceğin tek şey, kap içinde kalmış eriyik maddeyi bir kenarında biraraya getirip, muma benzer bir biçime sokarak, dibine dayanmış fitile biraz daha süre tanımaktır – ama artık bilerek : mumun sönecektir.
Oruç Aruoba’dan

Salı, Temmuz 05, 2011

10.

“Korkuyorum – aynı şeyleri yeniden yaşamak istemiyorum” dedin: Önceden başkaları ile birlikte yaşadıkların vardı tabii ki anılarında : onlar, şimdi, yaşamaya girişme durumunda olduğun ‘yeni’ ye, sanki, bulaşan, ‘eski’ lerdi.
Oysa ilişki, ne kadar uzun sürmüş olursa olsun, sanki hep ‘yepyeni’ olmak zorundadır: Yeniliğini yitirip, bir kez, eskilerin yinelenmesi haline girerse, hiçbir şeye de yaramaz duruma düşer.
Oruç Aruoba
Ey gönül, bu söz, kırık dökük geliyor. Bu söz incidir, …
Ey inci kırıldığına acınma… kırılmakla parlayacak, apaydın olacaksın!
Böyle o kırık dökük söylenecek…
Ey aşık, senin de suçun belli oldu… artık suyu, yağı bırak da kırık dökük bir hale gel!
Mevlana

Kahve!!

  
coffee
   Seviyorum arkadaş kahveyi. Şiirler, kitaplar yazıcam bu aşkımdan dolayı. Gülümseme Fincana koyduktan sonra 1-2 dakika izliyorum önce buharını falan. Sütsüz, şekersiz olacak ama. En doğal şeklinde, en makyajsız haliyle görücem. Birazda koyu olacak, şöyle içerken hissettirecek kendini. Bütün bu hazırlıktan sonra o ilk yudumu alıyosun ya hani, işte o an dünya yaşanılası ve güzelleştirilmesi gereken bir yermiş gibi gözüküyor valla. Yani Allah razı olsun kahveyi keşfedip keşişlere götüren çobandan. Gülümseme Bu kadar etkili olur mu ya bir içecek insanın ruh halindeki değişimde? Oluyor işte ve ben bunu seviyorum. Bu tadı seviyorum. Bu kadar.

Cumartesi, Temmuz 02, 2011

Bu Akşam

Çok sarhoşum bu akşam.

Bir pikap olsun yanı başımda,

Tanju Okan çalsın,

Zeki Müren çalsın.

Çok sarhoşum, her şey güzel.

Cumartesi, Haziran 25, 2011

Bazen…

   Hiçbir şey gitarımdaki notalar gibi anlatamıyor anı. Başka bir şey ifade edemiyor hissettiklerimi. Evet, dillerin düğümlendiği, basiretlerin bağlandığı ve beyinlerin kilitlendiği o anlarda çalınız lütfen. Akınız engin sular gibi ve sonsuz gökler gibi.

   Jose Feliciano’dan The Gypsy dinleyiniz efenim.

Perşembe, Nisan 28, 2011

Hadi oradan

   Hiçbir şey için geç değildi aslında. Hem geç neydi ki? Kime göreydi? Neye göreydi? Ama alkol. Hep alkol vardı. Başlarken de biterken de. Bir yerden sonra o kadar boş geliyor ki her şey. Sen saatlerce saçmalıyorsun ve seni dinleyenler bile bıkıyor artık. Bazen sende kendinden bıkıyorsun çaktırmadan. Fark etmek kötüdür. Sonsuz sorumsuzluklarda yaşamalı insan. Zerre umurunda olmamalı. Oysa ne kadar kolaydı uyanmamak. Ne o hala buradasın? Hayat zor. Hayat komik. Hayat çok kolay. Dumanı üflemek gibi. Yediğin yemeği geğirmek gibi. Geceler boyu birbirimizi dinlemeden konuşmak gibi. Aman bana ne yahu deyip geçiştiriyorsun. Geçiştiriyor musun cidden? Yoksa fotoğraf çekilmek gibi mi her şey? ‘An’ ı yakalamak. O içinde olamadığın anı? Evet, hep alkol vardı. Anlam sağlayıcı, hayat kurtarıcı. Sevmediğin bir müziği dinlerken tempo tutman gibi. Ama dereler hep akıyor işte. Blues hala devam ediyor. Neydi bir gece mavisinde? Hüznün rengi mavi. Hey Joe diyor, sen buyurun diyorsun. Saate bakmak geliyor o an içinden. Çokta önemi varmış gibi. Sonra başını kaldırıyorsun. Dünyadan atasözleri. Ulan sizde her şeyi bilin he. Amma koymuş size de. Neden hiçbir şey değişmez ki. Bir film şeridiyse aslında tümü, arada kesilmiş sahneleriyle. Aynı kutu içindeydi hepsi. Olduğu gibi duruyordu işte. Şimdi, bunca zamandan sonra; Seattle için iftar vaktiymiş. Peeh.

Çarşamba, Nisan 27, 2011

Üstat…

Ara güler

(Foto : Cem Talu)

“ İnsanoğlunun dünyadaki en önemli görevi gübre üretmektir. Bütün böcekler, ormanlar, canlılar, gübre üretmek için yaratılmıştır. Hayat ancak oradan doğuyor. Hayat gübreden doğuyor.”

“ Bütün her şey felsefe için çalışır. Filozof denen adama malzeme yapmak için. Bütün insanlık, politikacılar, devletler, Cumhurbaşkanları bir filozofun diyeceği lafın ne olacağını ayarlamak için vardır. Din felsefenin bir bacağıdır. Dünyadaki en son lafı filozof söyler. Gerisi de palavradır.”

“ Yaşlandıkça küfretme özelliğim ön plana çıkıyor. Ferahlatıyor beni. Giderayak herkese küfür edeyim diyorum.”

                                                           Ara Güler

Perşembe, Nisan 21, 2011

Artık yok.

abandoned3pgmy9

Kalbi kırılmış bir çocuk vardı,
İstediğini söyleyemeyen,
Derdini anlatamayan.

Dolanır dururdu, sabırsızca.

Korkardı, biri ona kızınca.
Çekinirdi, insanlara bakmaya.
Meraklıydı da her şeye ama,
Kendiydi dünyası.

Kalbi kırılmış bir çocuk vardı,
Ağlayamayan..
Çekingen, içine kapanık.
Zihni bulanık.

Dile getiremezdi arzusunu,
O zaman olmaz belki diye.
Gidemezdi üstüne korkularının,
Yenilirim diye.

Kalbi kırılmış bir çocuk vardı,
Sessiz, sakin.
Hiç huzurlu olamamıştı oysa ki.
Yorulmuştu, yorgundu.

Hayatı kitaplardan okurdu,
Gerçeğe benzemediğini düşünerek.
Hep merak etmişti sevmeyi,
Hayatını hep erteleyerek.

Kalbi kırılmış bir çocuk vardı,
Gülmeye çalışıyordu çaresiz,
Anlamaya çalışıyordu,
Hiç ait olamayacağı dünyada.

Olmaması gereken yerde olmuştu hep,
Ya da tam olması gereken yerde.
Bilemedi hiçbir zaman,
Bilemeyecekte.

Kalbi kırılmış bir çocuk vardı,
Bilmemesi gerekeni bilmişti,
Görmemesi gerekeni görmüştü.
Şimdi o çocuk, artık yok…

Ooof… Offf…

İçimde bir fırtına kopuyor ki.

Öyle böyle bir fırtına değil hem de.

Ama ne senin duyabileceğin kadar gürültülü.

Nede benim görmezden gelebileceğim kadar sakin.

Kadim bir dost

Bugün uzun bir süredir görüşemediğim Şeref abim aradı, görüştük. Ufak çaplı bir hasret gidermeden sonra hayatımı ve gidişatını sordu bana. Anlattım, dinledi, yorumlar yaptı yine, her zaman ki Şeref abi bakış açısıyla. Gülümseme Şimdi oturup bunları sindirmem lazım önce. DÜşüncelerini, tecrübelerini ve yazdıklarını neden yayınlamadığını sordum tekrar. Yardımcı olursam yayınlayacağını söyledi bu sefer. Peki dedim bende heyecanla, olayım dedim. Yani, yakın zamanlarda Şeref abinin de bir sayfası olacak. Güzel haber doğrusu. Çok sevindim. Güzel…

Çarşamba, Nisan 20, 2011

Affedilmeyen…

   Yağmur yağıyordu. Vücudunda ıslanmadık bir yer kalmamıştı ama hiçte umurunda değildi. Koşuyordu bütün gücüyle ve tek düşündüğü de buydu. Islanmamak için sağda solda bulabildikleri çatının altına giren insanların şaşkın bakışlarını görmüyordu bile. Koşuyor ve koştukça damlalar daha yere düşmeden onlara çarpıyordu. Hava iyice bozmuştu.  Binaların borularından sular fışkırıyor ve her yer göl olmuştu. Aldırmadı. Etrafında ne olduğunu bile görmüyordu aslında.  Bastığı yeri de hissetmemeye başlamıştı bir süre sonra. Nereye ya da neden koştuğunu bilmiyordu.  Sadece devam ediyordu. Yeri göğü inleten gök gürültüsünü artık bir uğultu olarak duymaya başlamıştı. Koştu, kasları yanıncaya kadar koştu. Kulaklarında deli gibi çarpan kalp atışının sesinden başka bir şey kalmamıştı. Tükenmeye başlamıştı artık. Vücudunun giderek ağırlaşmaya başladığını hissetti. Bacakları onu daha fazla ileri itemiyordu. Görüntüler netleşmeye başlamıştı çünkü yavaşlıyordu. Suyun değişen renginden toprak bir alana geldiğini anladı. Birden yere kapaklandı. Bacaklarını artık hissetmiyordu. Birkaç saniye sonra yerdeki çamurdan önce yüzünü çıkarabildi. Nefes nefese kalmıştı. Ciğerleri artık patlayacak kadar zorluyordu kendini.  Sonrada sol elini çamura gömerek doğrulmaya çalıştı. Başaramadı. Tekrar çamurun içine gömüldü. Umutsuzluğa kapıldı ve bir an kalkamayacağını düşündü. Bir daha denedi. Biraz doğrulmayı başardı bu sefer. O kadar çok yağıyordu ki yağmur, yüzündeki ve ellerindeki tüm çamur bir çırpıda akıp gitti. Hissetmediği belden aşağısının üzerinde doğrulmaya çalıştı. Diz çökmeyi becerebildi sonunda. Çaresizce ayağa kalkmaya çalışıyordu. Yapamadı. Pes etti sonunda. Oysa güçlü olmalıydı o hep. Gücünü kaybetmekten korkmuştu ömrü boyunca. Nefret etmişti çaresiz kalmaktan. Artık bunları düşünemiyordu bile. Her şeyini bir kenara bırakmıştı. Kabullenmişti durumunu. Önce omuzları düştü. Sadece nefes almaya çalışıyordu, gözyaşlarına karışan sular ağzına ve burnuna girerken. Gözlerini kapadı ve karanlık göğe doğru kaldırdı başını. Avazı çıktığı kadar bağırmak istedi ama yapamadı. Nefesini yetiremiyordu bir türlü. Yıllardır koşmuş gibi hissetti kendini. Belki de yıllardır koşuyordu. Kaçıyordu sürekli hayatından. Kendini toparladı biraz. Gözlerini açtı ve kollarını yanlara doğru kaldırdı. Vücudundan çokça buhar çıkıyordu. “Neden!” diye bağırdı sesi çıkabildiğince. İsyan etmek istiyordu ancak neye isyan edeceğini bilemiyordu. Kafasından milyonlarca düşünce geçti o an. Yılmıştı. Yıldırmışlardı. Başını yere indirdi tükenerek ve etrafına baktı. Her yer mermerle doluydu. Şimşek çaktıkça aydınlanıyordu ortalık bir saniyeliğine. Eski bir mezarlıkta olduğunu anladı. Şaşırdı. Nerede olduğunu bilemedi. Merak ettiğinden değil de daha önce hiç görmediği bir yerdeydi. Alışmaya çalışıyor  gibiydi. Etrafa bakınıp durdu. Bir şimşek daha çaktı. Donup kalmıştı adeta. Görmüştü nedenini. Önce bakışları kilitlendi, sonrada nefes alıp vermesi durdu. Kalbini duymuyordu artık. Yağmuru hissetmiyordu yüzünde. Görüşü buğulanıp kararmaya başladı. Soğuk bir rüzgar hissetti ve yüzü koyun yere doğru düşmeye başladı. “Artık özgürüm.” diye düşündü son anlarında. Yere yığıldığında yüzünde bakınca anlaşılması çok zor bir tebessüm çabası vardı. Mermerde kendi adı yazıyordu…

Salı, Nisan 19, 2011

Hayat ne garip…

Kimi zaman litrelerce içip sarhoş olamazken, bazen bir kadeh viskinin neler yapabileceğine inanamazsınız…

Salı, Mart 08, 2011

Küllerden Doğuş

   İkimiz kalmıştık sadece, karşımızda deniz, üstümüze esen usul rüzgar ve batan güneş. Heyecan vardı gözlerimizde, coşkuluydu kalplerimiz. Bir fotoğraf karesi gibi donup kalmak istemiştik o anda. Geçmişi düşünmeden, gelecek kaygısı olmadan ve mutlu olmayı dileyerek. Sana bakıyorum, gözlerinin tam içine ve düşünüyorum.

 lovers-holding-hands

   Gitgide çürüyen bir dünyada, gerçek duyguları hissedebilmiş olan son neslin tükenen nefesiydik biz. Gerçek renklere dokunmuş, sokaktaki çamurlarla oynamış ve onları yutmuş olan şanslı çocuklardık. Nefret daha moda olma yolunda ilerlerken sevgi beslemeyi öğrenmiştik. Gün geldi sabahları çizgi filmler yerine şehirlerin bombalanışını izledik. Ama sevincimizi kaybetmemiştik, seviyorduk hayatı, insanları, yaşamayı. Herkes bizim gibi değildi fakat. Acıyla tecrübe ettik, kafamızı vura vura öğrendik. İnsanların neden böyle olduğunu anlamadık. Tanıdıkça dünyayı içimize kapandık, sessizleştik. Ayrı yerlerde, başka zamanlarda aynı şeyleri gördük, aynı şeyleri hissettik ve aynı acıları çektik. Yalnız hissettik kendimizi çoğu zaman, yapmacık korkulukların arasında. Hep merak ettik, sorun bizde mi diye. Uyum sağlamaya çalıştık çaresizce. Beceremedikçe kırıldık, kırılan sadece kalbimiz değildi üstelik. Ruhumuzda ufalandı zamanla, daralan bir kafes içinde gibiydik. Kaç gece ağlamıştık yastığa başımızı gömerek. Tükenmiştik, tükenmişliktik. İnancımız kalmamıştı artık hiçbir şeye. Umudumuzu yitirmiştik, yitip gitmiştik işte.

   Kapamıştık kendimizi dünyaya, kapıları örmüştük kalın duvarlarla. Eski bir defterin arasındaki sayfalara saklamıştık hayallerimizi. Şarkılarla avutmuş, onlarda bulmuştuk kendimizi. Soğuk duvarlara ve boş odalara anlatmıştık derdimizi. Aynı kahveyi içmiş, aynı mürekkebi yalamıştık. Hiç var olmayan ve hiçbir zamanda olmayacak dünyaları benimsemiştik. Hiç peşimizi bırakmamıştı geçmişin hayaletleri ama bizde kendimizi bırakmamıştık hayal kırıklıklarının içine. Sevmeye korkar olmuştuk, sahte yaşamların bize bulaşmasından tiksinerek. Ama bir umut vardı çok zayıf bir mum ışığı gibi. Ya sevmeye değer birisi vardıysa? Eskide kalmış hayallerin ve yıkılmış beyinlerin şizofren evlatları olmuştuk biz.

   İçimizdeki son ışıkta sönerken olmuştu her şey. En beklemediğin anda olur en büyük güzellikler. En beklemediğim anda karşıma çıktığın gibi. O kadar iyi tanıyorduk ki aslında birbirimizi, soru bile sormadık birbirimize. Zaten dünya üzerindeki hiçbir kelime de ifade edemezdi o an hissettiklerimizi. Bakıştık sadece, bakıştık ve anladık birbirimizi. Bulmuştum işte sonunda eksik parçamı. Geri gelmişti renkler dünyama gittikçe grileşen saçmalıklarda. Hiç yabancılık çekmedim sana. Sen benim yıllarca aradığım sevgim, sen benim son kalan umudum, sen benim aşka olan inancımdın. Kaybettiğim ne varsa sende buldum ve unuttuğum her şeyi seninle hatırladım. Dile getiremediğim, ifade edemediğim ve kelimelerin yetmediği ne kadar hissim varsa sebebidir mevcudiyetin. Bir değildir hiçbir zaman dışa vurduğumuzla içimizde yaşadığımız, biliyorsun. Anlayamaz bunu sen ve benden başka hiç kimse. Kötü taklitçiler gibi materyal olmadık hiç, hissetmediğimiz hiçbir şeyde söylemedik yalancıların aksine. Ölü bedenlerimizden yeşerdik yeniden, küllerimizden doğduk. Geçmişi ardımızda bıraktık geleceği ise hiç takmadık, ana odaklandık, şimdiye. Hiçbir zaman korkmadım, korkmayacağımda ve bunu hep söyleyeceğim; “Seni Seviyorum…”

Perşembe, Şubat 03, 2011

Sigarayı bırakmak… 10. gün

no.smoking-life.let.live_thumb

   Gerek yoğunluk gerekse artık çok farklı şeylerin olmamasından dolayı biraz ara vermek zorunda kaldım. Her gün aynı şeyleri yazmaktansa biraz zaman verip daha farklı olan ve başka gelen şeyleri yazmak daha mantıklı diye düşündüm.

   Dün ilk defa bir tütün ürünü tüttürdüm. Büyük bir Küba purosu. O kadar güzel bir puroyu ziyan etmek olmazdı tabi. Gülümseme Aslında kendimi ödüllendirdim diyebilirim. Ciğere çekmeden de tüttürme keyfi yaşanabiliyor evet. Açık ağızlı gülümseme

   Kontrolü sağladıktan sonra herhangi bir tehlike arz etmiyor açıkçası. Hatta işte o zaman keyif verici madde oluyor diyebilirim. Çünkü mecbur değilsin ve tamamen arzuna göre yapıyorsun. Tabi yeniden başlamaya meyleden bir davranış sergiletiyorsa kesinlikle el sürülmemeli.

Cumartesi, Ocak 29, 2011

Sigarayı bırakmak…5.-6. Günler

bb0kvpg84b76h8gmh

   Gribimin geçmesi ile birlikte en zor günlerim bu 5. ve 6. günler oldu. Açıkçası etrafta herkes sigara içerken canım çekmese bile alışkanlıktan dolayı bir garip oldum. Elim sürekli hatırladığı bir hareketi yapmamanın garipliğini ve stresini yaşarken bende ona hakim olmaya çalışıyordum. Elimi oyalayacak bir şeylerde bulmadım, yöntemi sevmediğimden dolayı. Daha öncede dediğim gibi bilinçli olarak düşünmemek lazım. Yani aklıma geldiği zaman hemen başka bir düşünceye yoğunlaştım. Başka şeyler düşündüm, yazı yazdım ya da kitap okudum. Bıraktıktan sonra asla; “Şimdi bir sigara ne güzel giderdi.” ya da “Ulan hep böyle bir anda sigara içerdim he.” dememek lazım. Böyle böyle kırılıyor zaten insan.

   Bunların dışında genel olarak daha iyi hissediyor insan. Nefes alıp verirken, aktiviteler yaparken rahat hissediyorum. Tabi kötü kokuların kaybolmasından daha öncede bahsetmiştim. Hem kendiniz hem de çevrenizdekiler baca kokusundan rahatsız olmuyorlar. Gülümseme Çok farklı bir olay olmadı bu iki günde. Gün geçtikte daha çok alışıyorum ve gün içinde daha az aklıma geliyor. Plan işe yarıyor demek ki.

 

Perşembe, Ocak 27, 2011

Sigarayı bırakmak…4. Gün

bb0kval1ipa0887c9

   Her geçen gün daha da kolaylaşıyor sanki işler. Çok yoğun olursunda aklına gelmez ya hani, öyle bir durumda yok bende. Gayet boş beleş bir şekilde takılıyorum ve kolaylaşıyor her şey güzelce.

   Nikotin ihtiyacı değil de daha çok el alışkanlığının zorluğunu yaşıyor insan ilk zamanlar. Başım falan ağrımadı daha, uykumda gelmedi normalden fazla ya da başka herhangi bir değişiklikte görmedim ekstra olarak. Ağızdaki kötü tadın olmaması, elin leş gibi kokmaması ve sabah kalktığındaki boğaz durumunun yaşanmaması güzel şeyler tabi. Gülümseme 

   Aslında sigarayı bırakırken pipoyla işi kolaylaştırır öyle bırakırım diyordum. Sonra düşündüm ki dumana biraz ara vermek gerekiyor ama 10. gün falan belki bir tüttürebilirim pipomu. Yoksa bir şekilde ondanda sigara gibi faydalanacaktım hatta belki de onu içime çekecektim. Alışkanlıkları başka alışkanlıklarla bırakmak bana doğru gelmiyor. Başlı başına bağımlılık olayına zaten kıl oluyorum. Yüzleşmek, hesaplaşmak gerek. Seçimler yapmak gerek. Bir şeyler yapmalı, harekete geçmeli insan.

Çarşamba, Ocak 26, 2011

Sigarayı bırakmak… 3. Gün

Smoking-Kills-57870

   Zorlu 3 günlük periyodu sağ salim tamamlamış bulunuyorum. Bugün çok zor bir gündü aslında. Önce dostumun, Aycan’ın karşımda kahve yanı sigarası keyfini izlemek zorunda kalmak, sonrada ardı ardına sigara yakan halamla oturmak ve en sonda yanımda maaile sigara içilmesi hayli zordu. Ama yine istemedim ve içmedim. Çok rahat içebilirdim de ancak aşırı derecede içmek isteği gelmedi içimden. Zor olmasına zordu evet ama o kadar da değil aslında. Biraz kendine hakim olmak yetiyor.

   Değişiklikler olarak, nefesimin biraz daha açıldığını hissediyorum ve nefes alıp verirken ki sesler kaybolmuş durumda. Tempolu yürürken ya da hafif tempo koşarken tıkanmalarım azaldı. Dişlerimi fırçalarken ve öksürürken çıkarıyor olduğum balgam miktarında da önemli bir azalma söz konusu. Tuvalet alışkanlığımda düzeldi. Sigaranın etkileri yavaş yavaş çıkıyor bedenimden ve bu gayet güzel bir his. Kesinlikle tavsiye ederim. Gülümseme

Salı, Ocak 25, 2011

Sigarayı bırakmak… 2. Gün

smoking-kills-speed-l

   Sigarayı bırakmak istediğinizde en önemli periyod ilk 3 gündür derler. Eğer bu 3 gün sigarasızlığa dayanabilirseniz bundan sonrası çokta zor olmaz denir. Bugün 2. günümdeyim ve pek zorlandım denemez.

   Sabah normalden biraz erken kalktım ama bunun gribimle alakalı olduğunu düşünüyorum. Kalkar kalkmaz hemen çay demledim. Çünkü yanında sigarayı sevdiğim şeyleri birer birer silmem ve düzeltmem gerek. Çay, kahve, kola gibi. Normalde sabah kalktığımda hemen bir tane çekerdi canım. Bu sabah aklımda yoktu, çayı demledim bir güzelde içtim. Yine bir şey gelmedi aklıma. Başkalarından duyduğum üzere uykum falanda gelmedi. Gayet güzel gidiyor aslında her şey.

   Kadıköy’e yürüdüm, eskiden sıkça yaptığım gibi. Yine bir sürü değişiklik falan gördüm. Sürekli değişiklik aslında birazda can sıkıcı. Bir şeylerin oturmuş olması lazım artık. Bilmiyorum belki de gereklidir değişiklikler. Hava biraz soğuktu aslında ama sevdiğim bir hava çeşididir kendisi, sorun yok o yüzden. Evet, nereye baksam sigara içenlere dikkat ettim. Evet, yerdeki izmaritler çok dikkatimi çekti. Evet, lan bir fırt ya ne olacak ki? ikilemini yaşadım. Ama kısa bir andı o ve geçti. Yani hemen başka şeyler düşündüm.

   Kahve aldım, filtre kahve, ki kendisi sigarayı yanında en çok tükettiğim şeydir. İlk başta biraz tırstım aslında zira kahvenin kokusunu içime çeker çekmez zihnimde kocaman bir sigara panosu yandı renkli renkli. Acaba tam bırakmadan önce azaltsa mıydım? diye bir geçti içimden. Ama işte bu noktada insan kendini böyle düşüncelere kaptırmamalı ve hemen kontrolü eline almalı başka şeyler düşünmeli. Çünkü o konuya odaklandıkça kontrol elden gidiyor ve mantıksız olan ne varsa mantıklı gelmeye başlıyor. Neyse hemen kahveyi yaptım, mis gibide koktu valla burnuma burnuma. Sigara hayalleri böyle anlık görüntüler halinde gözümün önüne falan gelmeye başladı. Çıkardım paketi koydum gözümün önüne, yanında da kahve içiyorum. İçmiyorum ulan seni dedim ve içmedim. Gülümseme

   Sonrası zaten normal geçti. Normalde ne yapıyorsam onları yapmaya devam ettim. Pek aklıma gelmedi öyle, kriz geçirecek kadar. Kararlı olmak çok önemli bu bırakma işinde. En ufak bir şüphe, en ufak bir zayıflık anı alıp götürüyor her şeyi. Bende o yüzden kaçmak yerine yüzleşmeyi seçtim. Her an elimin altında olsun, sürekli sigarayı anımsatan şeyler yapayım ama içmeme engel olayım diye. İrade kullanmalı biraz.

Pazar, Ocak 23, 2011

Sigarayı bırakmak… 1. Gün

smoke kills

   Her geçen gün bırakması daha da zorlaşan ve geri dönüşü olmayan bir yola girmeye başladığım bu bağımlılığa bir son vermem gerekiyordu. 3 yıl önce karanfilli sigara ile başladığım bu maceraya veda etmek öyle kolay bir iş değil. Moralini yüksek tutmalı ve sigarayı bırakmayı gerçekten istemeli insan. Daha önceki tecrübelerimden bildiğim üzere kafada bitmeyen sigara hayattan çıkmıyor. En fazla 2 gün içmedikten sonra katlanarak geri dönüyor ve 1 paket içerken günde 1.5 hatta 2 pakete çıkabiliyor insan.

   Öncelikle belirtmek isterim ki, almış olduğum bu kararımda sigara fiyatlarına gelen zamların hiçbir etkisi yoktur. Gülümseme  Tamamen sağlıkla ilgili falan.

   Bırakma kararını 3 gün önce vermiştim ve çok şanslı bir şekilde ertesi gün grip oldum. Prensip ve can havli olsa gerek, boğazım acıdığı zaman sigara pek içmem. Başlama gününü evime geldiğim gün, yani bugünü, seçmiştim ve havaalanında yasak oluşu sayesinde uçağa binene kadar pek aklıma gelmedi açıkçası. Uçakta kitap okudum az bir süre, sonrada uyuyakalmışım zaten. “İnince hemen sigara yakmam lazım!” gibi bir düşünceyi de böylece atlatmış oldum. Yolculuk heyecanı yerini İstanbul’un muhteşemliğinin tadını çıkarmaya bırakırken eve doğru yola çıktım. Özlüyorum İstanbul’u, o ayrı bir konu tabi. Her zamanki gibi yine yapılan değişikliklere vermiştim dikkatimi. Yollar değişiyor, güzergahlar değişiyor, binalar, kaldırımlar, duraklar, her şey değişip duruyor İstanbul’da, yakalamak zor uzun süre ayrı kalınca. Derken eve geliyorum, kahvaltı yapıp gece uyuyamadığım uykumu almak üzere yatağa bırakıyorum kendimi. Yemek arkasını da atlattım, rahatım. Uyandıktan sonrada aklıma gelmedi hiç, daha çok ailemle sohbet ettim, her sigara yakışlarında sigaralarını süzerek. Canım istemedi ama alışkanlık işte eksiklik hissediyor insan gereksiz yere. Muhabbet uzadı gitti, hasretimizi giderdik ve zaten akşam olmuştu bile. Sadece akşam nette gezinirken sigara içen bir adamın resmini gördüğümde biraz sıkıntı çektim ama dayandım. Hala yorgunum, o yüzden çok geç olmadan yatmayı düşünüyorum. Yani ilk günü kazasız atlatmış bulunuyorum.

   Grip olmuş olmamın çok büyük etkisi var aslında ilk gün ihtiyaç hissetmemiş olmama ama bu sefer kararlıyım. Güç benimle. Gülümseme  Bir de her an mutlaka yanımda sigara bulunduruyorum ki tamamen kafamda bitireyim ve irademi geliştirebileyim. Bırakmak için sigara almamak ya da bitmesini beklemek bana pek mantıklı gelmiyor. Bence her an ulaşabileceğin bir yerde olmalı ve onu içmemeyi seçmelisin. İnanmalı insan önce kendine. Ciddi olarak zararlarını düşünüp kararını vermek lazım. Ben öyle yaptım en azından.

Perşembe, Ocak 20, 2011

Hareket!

Eskiden msn iletilerine yazı yazanları ya da blog yazanları acımasızca eleştrir, bunun çocukluk olduğunu düşünürdüm. Her yaptığını yazan ya da ilgi çekmeye çalışan insanların kullandığı bir şey gibi geliyordu bana. Şimdi dönüp baktığımda ise çocukluk eden benmişim meğer. Herkes bir şekilde kendini ifade ediyor, etmekte zorunda. İnternetin mükemmel olmasının sebebide bu değil mi zaten? Özgür bir ortam, hatta o kadar özgür ki tehlikeli boyutlara bile çıkabiliyor. Neyse sonuçta fiziksel olarak görüşebilmemiz mümkün olmayan insanlarla bir şekilde iletişime geçmemize vesile oluyor. Güzelde oluyor. Öyle ya da böyle bende artık blogumu daha aktif kullanmam gerektiğini anladım. Sonuçta insan hatalarından ders almalı. :)

Başladığımdan beri kafamda olan sigarayı bırakma planım artık hayata geçecek. Öksürmekten, balgam çıkarmaktan ve azıcık bir tempo artışında tıkanmaktan bıktım artık. Şimdiye kadar kendime bulduğum bahaneler artık olmayacak. Bu sömestrda evime gider gitmez bu planı yürürlüğe koyuyorum. Sevmeye sevmeye içmeye başlayan bir salak olarak ilk planım sigarayı bırakmak, kesin olarak.

Zaman ne kadar da hızlı geçiyor. Daha dün gibi hatırlıyorum üniversiteye geldiğim ilk günü. Heyecanlıydım, meraklıydım, istekliydim ve kafamda saç vardı, gürdü baya hemde. :D Derken zaman aktı gitti ve ben kendimi her hafta sonu ve her sınavdan sonra not hesaplarken buldum. Dersten geçecek miyim, kalacak mıyım? Kalırsam bir dahaki dönem açılır mı? Yaz okuluna gelmek zorunda kalacak mıyım? Ortalamam 1.8 i geçecek mi? gibi sürüsüne bereket endişem oldu. Günlerim panik içinde genellikle bir sürü plan yaparak ve bunların hiçbirini yapamayarak hatta ve hatta başlayamayarak geçti. Sadece bir dönem; " Ulan bu sefer kesin başlıyorum adam gibi çalışıp yapıcam" diyebildim ve muhteşem geçen dönemin sonunda tam finallere girerken matematik hocalarımızla yaptığımız bir halı saha maçı sonrası üşüterek yine kaldım sınıfta. O zaman anladım ki sadece çalışmak yetmiyor. Hayatını da düzenleyeceksin, plan program yapacaksın, strateji belirleyeceksin. Hiçbir zaman düzenli çalışan, her akşam tekrar yapan bir öğrenci olmadım ama gerekli zamanlarda gerekli hamleleri yaparak bugünlere bir şekilde geldim. Gurur duymuyorum ama pişmanda değilim açıkçası. Sınıf ilerledikçe eski taktiklerimin bir işe yaramadığını gördüm ama bu sadece çalışmak ya da çalışmamak olayı değildi. Belki bedenen bulunduğum yerdeydim ama zihnen burda olamadım bir türlü. Daha yeni yeni kavrıyorum çoğu şeyi. Yumurta kapıya dayanınca, hıhı evet. Tam artık olgunlaşmışken ve derslere tam gaz devam edecekken başka bir sorunla karşılaştım; zaman yetersizliği. İstediğin zaman yapmak istediğin şeyi yapmak diye bir şey yok, kimse kimseyi kandırmasın. Belki sonra ama şimdilik öyle birşey yok onu biliyorum. Hiçbir zaman rahatlama diye birşeyde yok. Sürekli akıyor zaman, sürekli birşeyler oluyor. Şöyle bi oturupta bakamıyorsun yani.
İstediğin an odaklanmak inanılmaz bir irade gerektiriyor ki ben bunu pek başaramadım bu son 5 senede. Ondan önce gayet iyiydim aslında. İstediğim her şeye odaklanabiliyordum ne zaman istersem. Ama sonra birşeyler oldu ve ben zamanda kayboldum. Hiçbirşeye odaklanamaz oldum. Herşeyle aynı anda ilgilenmeye çalıştım. Sonuç tabiki felaket oldu. Şimdilerde ne zaman birşey yapmak istesem uykum gelir oldu. Ders çalışsam uykum geliyor, hobilerimle uğraşmak istesem uykum geliyor. En ufak heyecan duyduğum hiçbirşey yapamaz oldum. Kafam çok dolu. Gerekli gereksiz herşeyi düşünüyorum sebepsiz yere. Sürekli bir çözüm bulma çabası içerisindeyim. Bulunduğum yer, ortam vs. de buna yardımcı oldu tabi ki ama bu duruma düşmemem gerekirdi bence. Neyse bu sorunuma yanıt ararken bir arkadaşımın bahsettiği bir yöntem ilgimi çekti. Çok fazlı uyku düzeni.

Çok fazlı uyku düzeni, Da Vinci uykusu adıylada bilinir, gün içinde her 4 saatte bir 20-30 dk uyuyarak toplamda 2-3 saat uyku uyumak ve tek fazlı uykuya göre 5-6 saat kazanmayı amaçlıyor. Uykunun en önemli kısmının REM uykusu olduğu tezine dayanarak vücuda, her uyuduğunda REM uykusunu almayı öğretmek olay. Bu teze göre REM uykusu dışında geçirilen süre gereksiz ve zaman kaybından başka birşey değil. Bunları okuduktan sonra biraz heyecanlandım açıkçası. Çünkü fazladan o kadar vakitle istediğim ve yapamadığım birçok şeyi yapabilirim. Notlarımıda yükseltebilirim belkide. Anlatırken ne güzel ama buna uyum sağlama süreci çok sancılı. Öyleymiş yani, deneyenlerin tecrübelerinden söylüyorum. Yıllardır 7-8 saat uyumaya alışmış bir bünyeyi bir anda çok fazlı uykuya geçirip 2 saat uyuyarak hayata devam etmek biraz sıkar açıkçası. İnternette bununla ilgili bir çok makale falan var. Bazı insanlarda denemiş bu konu hakkında günlük falan tutmuşlar, blog yazmışlar. Bende biraz okudum öncelikle onların tecrübelerini ki bakalım kendime uygulayabilecek miyim? Olayın riskleri neler? Bi dezavantajı var mı? Sonra eldeki arpadanda olmayalımda. :) Okuduğum şeyler arasında 2-3 haftalık fiziksel yorgunluğun ve depresyonun dışında pek bir olumsuz etken görmedim. Hatta o evre geçildikten sonra mükemmel hissettiklerini falan söylüyorlar. Gerçektende inanırsın yani biraz hayal edince, düşününce falan. Herşey çok güzelde şöyle bir sorun var; bu planı uygulamam imkansız görünüyor. Çünkü 4 saatte bir 30 dk. uyuma işi yalan olur bende. Okul var, sınav var, birşeyler var işte. Burdada yardıma yine yapanlardan bir tecrübe koşuyor. Diyor ki; eğer REM uykumu iyi aldıysam uyanık kaldığım süreyi 6-7 saate çıkarabiliyorum. Çok güzel ama bunu söyleyen kişi hayatını buna göre ayarlamış durumda. Beslenmesi, işi, ailesi, kısacası her türlü koşulu uygun amcamın. Bir kere adam vejeteryan yani. Sindirim için bizim gibi enerji harcamıyor. O yüzden bu planı biraz modifiye etmeye karar verdim. yani 4 saat yerine daha uzun mesela 8 saat gibi birşey düşünüyorum ki ders programıma falan uysun. Neyse onu yine düşünüp hesaplamak lazım. Yaparsam buraya günlük olarak koymayı düşünüyorum zaten.

Bir sonraki döneme sağlam girmek için, notları yükseltip hayat kalitemi artırmak adına bazı planlarım var işte kısaca. Önce sigara bırakılacak, bunun içinde günlük yolunu deneyelim bakalım birde. Gün gün yazacam ulan. Hadi bakalım.