İkimiz kalmıştık sadece, karşımızda deniz, üstümüze esen usul rüzgar ve batan güneş. Heyecan vardı gözlerimizde, coşkuluydu kalplerimiz. Bir fotoğraf karesi gibi donup kalmak istemiştik o anda. Geçmişi düşünmeden, gelecek kaygısı olmadan ve mutlu olmayı dileyerek. Sana bakıyorum, gözlerinin tam içine ve düşünüyorum.
Gitgide çürüyen bir dünyada, gerçek duyguları hissedebilmiş olan son neslin tükenen nefesiydik biz. Gerçek renklere dokunmuş, sokaktaki çamurlarla oynamış ve onları yutmuş olan şanslı çocuklardık. Nefret daha moda olma yolunda ilerlerken sevgi beslemeyi öğrenmiştik. Gün geldi sabahları çizgi filmler yerine şehirlerin bombalanışını izledik. Ama sevincimizi kaybetmemiştik, seviyorduk hayatı, insanları, yaşamayı. Herkes bizim gibi değildi fakat. Acıyla tecrübe ettik, kafamızı vura vura öğrendik. İnsanların neden böyle olduğunu anlamadık. Tanıdıkça dünyayı içimize kapandık, sessizleştik. Ayrı yerlerde, başka zamanlarda aynı şeyleri gördük, aynı şeyleri hissettik ve aynı acıları çektik. Yalnız hissettik kendimizi çoğu zaman, yapmacık korkulukların arasında. Hep merak ettik, sorun bizde mi diye. Uyum sağlamaya çalıştık çaresizce. Beceremedikçe kırıldık, kırılan sadece kalbimiz değildi üstelik. Ruhumuzda ufalandı zamanla, daralan bir kafes içinde gibiydik. Kaç gece ağlamıştık yastığa başımızı gömerek. Tükenmiştik, tükenmişliktik. İnancımız kalmamıştı artık hiçbir şeye. Umudumuzu yitirmiştik, yitip gitmiştik işte.
Kapamıştık kendimizi dünyaya, kapıları örmüştük kalın duvarlarla. Eski bir defterin arasındaki sayfalara saklamıştık hayallerimizi. Şarkılarla avutmuş, onlarda bulmuştuk kendimizi. Soğuk duvarlara ve boş odalara anlatmıştık derdimizi. Aynı kahveyi içmiş, aynı mürekkebi yalamıştık. Hiç var olmayan ve hiçbir zamanda olmayacak dünyaları benimsemiştik. Hiç peşimizi bırakmamıştı geçmişin hayaletleri ama bizde kendimizi bırakmamıştık hayal kırıklıklarının içine. Sevmeye korkar olmuştuk, sahte yaşamların bize bulaşmasından tiksinerek. Ama bir umut vardı çok zayıf bir mum ışığı gibi. Ya sevmeye değer birisi vardıysa? Eskide kalmış hayallerin ve yıkılmış beyinlerin şizofren evlatları olmuştuk biz.
İçimizdeki son ışıkta sönerken olmuştu her şey. En beklemediğin anda olur en büyük güzellikler. En beklemediğim anda karşıma çıktığın gibi. O kadar iyi tanıyorduk ki aslında birbirimizi, soru bile sormadık birbirimize. Zaten dünya üzerindeki hiçbir kelime de ifade edemezdi o an hissettiklerimizi. Bakıştık sadece, bakıştık ve anladık birbirimizi. Bulmuştum işte sonunda eksik parçamı. Geri gelmişti renkler dünyama gittikçe grileşen saçmalıklarda. Hiç yabancılık çekmedim sana. Sen benim yıllarca aradığım sevgim, sen benim son kalan umudum, sen benim aşka olan inancımdın. Kaybettiğim ne varsa sende buldum ve unuttuğum her şeyi seninle hatırladım. Dile getiremediğim, ifade edemediğim ve kelimelerin yetmediği ne kadar hissim varsa sebebidir mevcudiyetin. Bir değildir hiçbir zaman dışa vurduğumuzla içimizde yaşadığımız, biliyorsun. Anlayamaz bunu sen ve benden başka hiç kimse. Kötü taklitçiler gibi materyal olmadık hiç, hissetmediğimiz hiçbir şeyde söylemedik yalancıların aksine. Ölü bedenlerimizden yeşerdik yeniden, küllerimizden doğduk. Geçmişi ardımızda bıraktık geleceği ise hiç takmadık, ana odaklandık, şimdiye. Hiçbir zaman korkmadım, korkmayacağımda ve bunu hep söyleyeceğim; “Seni Seviyorum…”
noting else matters...
YanıtlaSil